” Sana değer veren insan, kendini asla kaybedecek duruma sokmaz”.
Kuzine sobalarda kızaran ekmek kokusu ile uyandığımız sabahlar vardı.
Ve
Bizi bizden alan aşkları bütünleyen ,bizi bizden alan şarkılar .
Yaradan’a yar diye yalvartan asil şarkılar…
Ne kibar şarkılarımız vardı, sizli bizli.
“Bir bahar akşamı rastladım size.”
Sonra
“Allah belanı versin”
konulu şarkıları dayattılar bizlere.
Şimdi biliyoruz ki.
“Olmaz ilaç sine-i sad pareme.”
Elinden tutardık dostluğun,
İstanbul’un bütün meyhanelerinde dolaştırırdık.
“Kadehinde zehir olsa” vız gelir.
Agora Meyhane’miz vardı.
Dertlerin en şahanesi.
Şimdi bakıyorum da,
ne “Eski dostlar” var artık,
ne eski fasıllar.
Zaman; dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizi de birbirimize düşürdü.
İki kaşın arasına bile silah çatar oldu insanlar.
“Niçin baktın bana öyle” şarkısında, aşkla bakardık.
Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken başka bakardık.
Doğuştan karanfilliydi yakalarımız.
“Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken”,
galiba biz de solduk.
Çocuklarımızı aldı zalim düzen.
Sahibi ölünce, kapının önüne konan terliklere döndük.
Göze mi geldik, biz mi unuttuk?
Aynaların eski olması,
yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor.
Yanarak geçtik yılları, harcanarak.
Amele eller yağmacı oldu.
Hayatın girdabı içine çekti bizleri.
Bizim de suçumuz var elbet.
“Kimseye etmem şikayet…”
Şimdi,
“Ben küskünüm feleğe”,
siz, biz, hepimiz küskünüz.
“Derdimi ummana döksem”, kimse dinlemez.
Peki durdurabilir miyiz bu gidişi?
Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum.
Çünkü,
“Dönülmez akşamın ufkundayız artık,
vakit çok geç!”
Ben ;
kuzine sobalarda kızartılan ekmek kokusu ile uyandığım sabahaları özledim.
Sizli bizli şarkıları da.
Hani bir gün sana kızıp
”cehennemin dibi ne git ” demiştim.
Sende gitmiş ,gurur yapıp geri gelmemiştin
Belki inanmayacaksın ama
Ben bide seni özledim…
DELİ KALMAK İSTİYORUM
Ruhumu asıp darağacına ,kuru bir bedende devam etmek istiyorum bu hayata.
Bana sever gibi gelen, ama yedi sülaleme söver gibi giden, tüm insanları hafızamdan silmek istiyorum.
Umut verip ;
Yüzümü tebessüme gebe bırakanlardan peydahladığım gülüşlerimi, kürtajla aldırıp kurtulmak istiyorum.
Çeşit çeşit intihar deneyip ,üstüme en yakışanı giymek, ama ölümsüz kalmak istiyorum.
Bu hayat;
Sanki bana bir kaç beden büyük gibi, eskisini verip yenisini giymek istiyorum.
Bir paket cigarayı tek bir kibrit çöpü ile bitirirken, ciğerlerim zarar görmesin istiyorum.
Parmak uçlarıma batırdığım iğnelerin acısını artık hissetmek istiyorum.
Birinin beni kolumdan tutup
” Bunu bozmuş paramparça etmişler tamir edebilir misiniz ” diyerek tamirciye götürmesini istiyorum.
Aç kalan evladı için onurunu hiçe sayıp etini satan bir Anne kadar namussuz olup,onunla düşüp kalkan adam ! gibi namusu savunmak istiyorum.
Ben deliyim
Akıllı olmak filan istemiyorum.
Lütfen bana bu kahrolası akılları vermeyin artık
Ben deli doğdum
Deli kalmak istiyorum.
HAYATINIZDAN SİLMENİZ GEREKENLER.
Sen aramayı ,yazmayı bıraktığın an baktın ki o aramıyor yazmıyor bütün ilişkiyi sen devam ettiriyorsun.
SİL GİTSİN .
Bir insandan bir şey öğrenmiyorsan ,o senin için gereksizdir .
SİL GİTSİN.
Başkalarının sırlarını sana anlatan, senin sıralarını da başkasına anlatır.
SİL GİTSİN.
Tartışmayı bilmeyen, dinlemeyen, kendi fikrini dayatan insanla konuşacak bir şeyin yok.
SİL GİTSİN.
” Yoğunum ” kelimesini ağızına sakız etmiş, sürekli zamansızlıktan dem vuranı.
SİL GİTSİN.
( Unutma zaman hiçbir zaman bulunmaz yaratılır.)
Ben buyum diyen insanla asla anlaşılmaz.
SİL GİTSİN.
Saatlerce kendi derdini anlatıp durur, bencillikten burnunun ucunu görmez
SİL GİTSİN.
İNSAN İNSANA YÜK.
Çocukluğumdan bu yana ne zaman içimi kimseye dökemesem imdadıma hep kağıt kalem yetişti. O anlatmak isteyip anlatamadıklarımdan çok büyük bir birikim oldu. Hiçbiri gün yüzüne çıkmamış ne çok direniş ne çok haykırış ne çok ağıt ne çok umut. Kim bilir belki ben ölünce birileri gün yüzüne çıkartır ,herkeste hissesine düşeni alarak okur.
Şimdi ben yine gecenin bir yarısı yazıyorum. Yazdıkça içim dolup taşıyor yazdıkça içim rahatlıyor. Başımı yaslıyorum yavaşça kalemin omuzuna ,kağıt sessizce dinliyor .Odada çıt çıkmıyor.
Müzikte benim en büyük keyiflerimden biri. Bilgisayardan rastgele bir müzik açtım. Bakmadım kim söyleyecek ne söyleyecek. Şarkıda aynen şöyle diyordu :
” Şu koskoca dünya sana dar geldi canım “.
Abartısız diyorum beynim zonkladı bu söze. Şarkının tüm sözleri çöpe gitti ve bir tek bu cümle kaldı.
Dünya insana niye dar gelsin ki ,insan insana yük. Dünya dönüp duruyor kendi halinde.
Bazen kafayı yiyecek gibi oluyorum düşündükçe ” İnsan insana yük “!
Bir gün çok hasta olmuştum. Annem çorba yapmıştı ,belki de hayatımda içtiğim en lezzetli çorbaydı ,çünkü annem elleri ile içirmişti. Nasıl mutlu olmuştum. Sonrasında Annem tabağı mutfağa götürürken ” onca işimin arasında çorba yaptım, iyileşse de rahatlasak ” demişti evdeki komşuya .O içerken dünyanın en lezzetli çorbası diye adlandırdığım çorba ağızımda kötü bir tada dönüşmüştü .Ve istemsizce geri çıkmıştı midemden. Tıpkı bir gece önce hasta filan demeden bana tokat atan babamın ertesi akşam bana hastayım diye getirdiği çikilotaya sevinememem gibi .
İnsan insana yük.!
İşte o günlerden kaldı bende her şey zamanında yapılmalı hissi.
Kendimi istemsizce hırpaladım herkes mutlu olsun diye. Karşılık beklemeden bir şey istemeden .
Bu bir travmamımdır bilmem ama ,sanki insanların bana nasıl davranmasını istedimse öyle davrandım herkese. Bende olmayanı ,bana verilmeyeni ben verdim onlar mutlu olsun diye. Hem de hiç karşılık beklemeden.
Sessizce haykırdım yaptığım her şeyle insan insana yük değil bakın görün diye .
İnsan insana yük değil muhtaç .Yük başka bir şey muhtaçlık başka.
Ben kimselere sana muhtacım diyemedim bu yüzden ” yük ” gibi angarya bir sözün altında ezilirken.
Şimdi gecenin bir yarısı itiraf ediyorum ” Ben sana muhtacım “.Kimse duy masada olur ben duyuyorum.
Bilgisayarda bir cümlesine takılıp onlarca kez dinlediğim şarkı eşliğinde.
İbrahim Erkal abi şöyle başlamış şarkıya
” Güllere de küstüm açmasınlar
Fallara da küstüm çıkmasınlar “
Sonrada bu yazıyı yazmama sebep olan malum cümle ile devam etmiş.
Biliyor musun İbrahim abi ….
Ben ömrüm yettiği sürece güllere küsmeyeceğim hep açsınlar .Fallara da küsmeyeceğim lütfen çıksınlar.
Ve ben ömrüm boyunca yük olmayacağım bir yüreği dileyeceğim. Çorbayı keyifle yapan ,akşam beni mutlu edip sabahında aldığında çok seveceğim çikolatayı alan.
Birilerinin hayatında nerede olduğumu hiç sorgulamadan…
O birilerini hep en özel yerlere yerleştirip gönlümde, bir hayat yaşadım.
Ancak, bir kavşağı var ömrün.
Bir kuvvetle seni tüm sorgulamadıklarını sorgular olmaya sevk ediyor, sevdiklerin.
Önce şaşırıyorsun…
Sonra bozuluyorsun…
İçin çalkalanıyor sanki sonra…
Gönlün dönüyor, küsüyorsun.
Ve sonra her birini kanırta kanırta söküp atıyorsun, o en özel yerlerden.
Bu meşakkatli ve ıstırap dolu sürecin tek mükâfatı;
Özgürlüğün.
Ve okşadıkça kokusunu duyduğun fesleğenin
Vefa vardı eskiden.
Pişirilen bir tabak aşın
İkram edilen bir bardak çayın.
Çiftelenen ayakkabının ,yıkanan mintanın.
Gülümseyen yüzün ,söylenen hoş sözün ,sevgiyle kondurulan öpücüğün vefası vardı.
Vefasızlık insan olmayana mahsus bir duygudur.
Bu duyguyu yitiren kendini insandan saymasın .İki ayaklı hayvandan tek bir farkı yok benim gözümde.
Tıpkı bir sevgiyi kurtarmak isterken ,yanı sıra günü birlik ilişkilerde koşmak gibi alçakça bir duygu vefasızlık.
İnsan suretine bürünmüş Şeytan-ı Lain ordusu her biri .
Vefasıza insan deyip insan olana hakaret etmeyin.
Kimileri Adem oğlu
Bazıları da hayvan oğlu.
Kabuk bağlayan yaralarımdan kanattılar beni. Kırıldığım yerden kırka bölüp, beden denilen bir tabuta ruhumu gömdüler .
Ve hiçbir şey olmamış gibi ” sen çok iyisin, hiçbir şeyin yok ” dediler .İnandım.!
Ve öyle çok inandım ki buna, ölü olan bir bedene yaşayan bir ruhu sıkıştırdım.
Adına sevgi denen dinamitler yerleştirdiler temelime, ben daha güçlü olduğumu sanarken tek tek patlattılar. Her seferinde daha çok zedelendim daha çok parçalandım. Ve sonunda yıkıldım.
Daha sonra yeni bir ben yaratmak istediler. İçinde benim olmadığım benden habersiz bir ben.
Şimdi aynayı koyup karşıma bu sen değilsin diyorlar.
İçimdeki ben, yaratılan benden sıyrılmak için çok savaştı. Lakin aynalarda bile gözükmeyen beni, benden başka kimse bulamazdı.
Öyle bozuk bir düzen ki bu, insana kendini öldürtüp cinayet süsü veriyorlar. Ve ölü olan seni ” kader ” denilen bir hapishanede müebbet e mahkum ediyorlar.
Sonra çıkıp ” yazılanı yaşıyorsun şükret ” diyorlar. Yaşadıklarımızın yazıldığını bile bilmiyor, ve nedense şükret diyenler ,şükürsüzler ordusunu yönetiyor.
Ne zaman kapım çalınsa, başkasından peydahladığı yalnızlığını, kundağa sarmış kapıda biri bekleyen biri çıkıyor karşıma. Ve sonra o veledi kucağıma bırakıp gidiyor. İnsanların sahip çıkamadığı yalnızlıklara, nedense hep benim bakmam isteniyor.
Gömülecek kadar ölü, umut edecek kadar diriyim.
Kaçacak kadar korkak. Kalacak kadar cesaretliyim.
Yanacak kadar günahkar, cennete girecek kadar temizim.
Ve hala
İnsanları sevecek kadar aptal ,
İnanacak kadar merhametli
Güvenecek kadar DELİYIM.
Biz Akdeniz tv olarak . araştırmacı yazar Hilal Hanımın yazılarını kısa kısa anekdotlar şeklin de yayınladık. maksadımız destek olmak. sevgili izleyici okuyucular. Güzel geleceğiniz güzel olsun selam ve saygılar